BIRDMAN

Alejandro Gonzalez Innaritu‘nun 2014 yılının en çok konuşulan filmlerinden birine imza attığını söylersek yanlış olmaz. Birdman gerek oyuncu kadrosu, gerek devasa sanat tasarımı ve gerekse dahiyane çekim tekniğiyle adından oldukça fazla söz ettirdi. 2015 Akademi Ödülleri’nde de En iyi film, En iyi yönetmen, En iyi görüntü yönetmeni ve En iyi orijinal senaryo ile tam dört ödül aldı. Birdman‘ın oyuncu kadrosu da bir o kadar iştah açıcı. Uzun süredir beyazperdede görmediğimiz Michael Keaton‘ın başrolü üstlendiği filmde, Naomi Watts, Zach Galifianakis, Edward Norton ve Emma Stone yer alıyor.

Film, 1992 yılında üçüncü ve sonuncusunu çektiği Birdman isimli bir süper kahraman filmiyle üne kavuşan ve bu canlandırdığı karakter ve karakterin getirdiği ünün altında ezilen Riggan’ın aradan geçen yıllardan sonra yeniden varolma çırpınışlarını, bu kez bir Broadway oyunuyla adından bahsettirme, hem kendisine hem de topluma hala burada olduğunu gösterme çabasını anlatıyor. Tüm bu varoluşunu ispat çabasında gerek oyuncuları ve oyunu yönetme arzusu, gerek kızı ve eski eşiyle olan sorunları gerekse oyunda yer alan oyunculardan biriyle olan ilişkisinin arasında kaybolurken izliyoruz Riggan’ı. Kendisini üne kavuşturan fakat kavuştuğu ünün sadece boş bir illüzyon olduğunu farkeden Riggan’a alter egosu Birdman eşlik etmekte. İçinde bulunduğu durumun acınası olduğundan, çabaladığı şeyin kendisine uygun olmadığından dem vuran Riggan’ın alter egosu Birdman, belki de Riggan’ın tüm film boyunca en fazla boğuştuğu karakter olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bu kaos içinde bir de oyununu sahnelemek üzereyken, oyunuyla ilgili oldukça kötü eleştiriler yazacağını söyleyen bir tiyatro eleştirmeni, Riggan’ın içinde bulunduğu zor süreci, çok daha içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.

Yönetmen Innaritu‘nun, Birdman ile nasıl bir iş ortaya çıkartacağı herkesi meraklandırıyordu açıkçası. Gerek daha önce hiç denemediği bir tür olan kara mizaha el atma çabası, gerek ele aldığı konuyu nasıl işleyeceği büyük merak konusuydu. Yazının ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak değineceğim senaristi Guillermo Arriaga ile yollarını ayırdıktan sonra, senaryo aşamasında nasıl bir tarz benimseyeceği ve bunun altından kalkıp kalkamayacağı da bir o kadar belirsizdi. Şunu söylemek gerekiyor ki, senaryodaki boşlukları ve yan karakterlerin ve hikayelerin havada kalması dışında Innaritu eli yüzü düzgün, başarılı bir film çekmiş. Bu arada benim çok da beğenmediğim senaryonun Akademi ödülü aldığını da bir kez daha belirtelim.

Innaritu‘nun, adından söz ettirdiği, tanındığı filmlerde –Amores Perros, 21 Grams, Babel – eski senaristi Guillermo Arriaga‘nın ekmeğini bir hayli yediğini söylemek çok da yanlış olmaz diye düşünüyorum. Arriaga‘nın mükemmel bir şekilde kaleme aldığı senaryoları ile kendi yönetmenlik becerisini harmanlayan Innaritu‘nun, bu güzel hikayeleri aynı güzellikte çektiğini söylemezsem haksızlık etmiş olurum. Yine de, bahsettiğim filmlerde kendi imzasının yanında kocaman bir imza vardı ki bu da Arriaga‘ya aitti. Hatta bu o kadar göz önünde bir imzaydı ki, Babel‘in, Cannes gösteriminde kavga eden Innaritu ve Arriaga bir kez daha çalışmamak üzere ayrıldılar. Innaritu bu ayrılığın ardından Meksika’da yayınlanan bir dergiye konuyla ilgili bir açıklama bile yapma gereği duydu.

Sihirli senaristi Arriaga olmadan yoluna devam eden Innaritu, Birdman‘de de sırtını yaslayacağı bir sihirbaz buluyor; Görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki. Lubezki‘nin tek plan, kaydırma çekimleriyle filmin büyüsünü yarattığını söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar yapılan kritiklerde bu başarı da Innaritu‘nun hanesine yazılsa da, Lubezki olmadan Birdman yarım kalırmış. 2015 Akademi Ödülleri’nde En iyi görüntü yönetimi ödülünün de sahibi olan Lubezki‘nin, Gravity ile kazandığı bir Akademi Ödülü’nün yanında beş kez de adaylığı bulunuyor. Filmin en büyük başarısı olan o etkili atmosferi yaratan ve yöneten Lubezki‘nin başarısı, Birdman‘ı, Birdman yapıyor. Tek planda akan çekimlerin yarattığı görsel şölenle, oyuncuların üst düzey performansları filmin kalbini oluşturuyor. Sadece çekim tekniğiyle değil, muazzam aydınlatması, soğuk ve sıcak renklerin ustaca harmanlanması ve kontrastıyla da sizi filmin içine hapsediyor Lubezki.

Innaritu‘nun, Riggan’ın alter egosu Birdman karakterini ve alter ego kavramınının içini ne kadar doldurabildiği tartışma konusu elbette. Yer yer popüler kültür ve sosyal medya eleştirileri ile süslenen anlatımı, yan karakterlerin ve hikayelerin güdüklüğüyle sırıtmıyor demek zor. Hatta çoğu bölümde yavan ve güdük bir şekilde anlatılmaya çalışıyor bu kavramlar. Riggan’ın kulisinde aynaya yapıştırdığı alıntılar, gönderilen çiçeklerde yer alan yazılar, böyle derin bir konuyu betimlemede, anlatmada yer yer komik bir hal bile alabiliyor. Sonuçta sinema bir ”şey” anlatma alanı fakat seçtiğiniz ”Şey” i karakterlerle, olay örgüsüyle anlatmak yerine, yardımcı oyuncunuzun dev bir tiradı ile anlatma yoluna gittiğiniz zaman, seyircinin kafasında da ister istemez soru işareti yaratıyorsunuz. –Emma Stone‘un, Michael Keaton‘a olan tiradı.-

Oyuncu seçimleriyle de bir mesaj vermeye çalışmış belli ki Innaritu. Birdman karakteri için seçtiği Michael Keaton, Batman’i canlandırmış bir aktör. İster istemez kendinizi Birdman‘ı izlerken Batman’i düşünür halde buluyorsunuz. Aynı şekilde Mulholland Drive‘da oynadığı karaktere benzer bir karakteri oynayan Naomi Watts ve Fight Club‘da rol alan Edward Norton neredeyse kör göze parmak derecesinde tercihler. Bahsettiğim üç filmin de hemen hemen aynı yıllarda çekilmiş olması da cabası. Tabi bu tercihler oyuncuların üst düzey performans verdikleri sonucunu değiştirmiyor. Özellikle Edward Norton takdire şayan bir performansla yer alıyor filmde.

Film boyunca Riggan’ın sahneye koymaya çalıştığı oyunu, seçtiği oyuncuları, kızıyla ve eski eşiyle olan sorunlarını, kendi varoluşsal sıkıntılarını, kara mizah tarzıyla izliyoruz da izliyoruz fakat Innaritu‘nun bu kara mizah tarzını ne kadar yakaladığı soru işareti. Yine de tüm be eksilerine rağmen filmin iyi bir film olmadığını söylemiyorum hatta filmi izlerken oldukça keyif aldım. Aldığı Akademi Ödülleri bir filmi iyi film yapar mı bu bambaşka bir tartışmanın konusu olsa da, ben kazandığı iki ödülün -yönetmen ve film- çok da hak edilmediğini düşünmekteyim.

Sonuç olarak Innaritu‘nun farklı bir tarz deneyerek, Lubezki‘nin büyülü kamerası eşliğinde ve muazzam oyuncularıyla – Emma Stone‘un adaylığı oldukça tartışmalı hatta abartılı olsa da- izlenmesi gereken bir film. Her ne kadar senaryodaki boşluklar, ele aldığı konuların altını dolduramaması ve yer yer komik duruma düşen popüler kültür ve sosyal medya eleştirileri ile yavan olsa da, sadece fonda çalan jazz davulunun sesi ve büyülü çekimleri için bile izlenebilecek bir film Birdman.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir