* Fantastik Canavarlar’ın ilk filmi fragmandı, ikincisi “Grindelwald’ın Suçları” da girizgah olmuş. Bu hızla giderlerse 3 saatlik malzemeden 6-7 film ve milyarlarca dolar çıkartmayı başarabilirler; bunda pek sorun yok ama hiç değilse bir Cuaron bulabilirlerse ileride dönüp baktıklarında “en azından bir tane de film çektik” diyebilirler.
* Suspiria, yeniden çevrim değil, bir klasiğin yeniden yorumlanışı; bu yüzden çok değerli, kendisini pamuklara sarmak lazım, tabii 6. bölümü çıkardıktan sonra yoksa kurtlanır.
* Son yıllarda filmleri yarıda bırakmaktan ve daha da önemlisi, bunu belirtmekten hiç rahatsızlık duymuyorum. 15. dakikasından itibaren salondan çıkmamı telkin eden Twelve Year Night’a ise 55 dakika dayanabildim. Yine de kopyala-yapıştır mantığıyla hapishane filmlerinde yer alan bütün dramatik olayları arka arkaya dizen, duygusal etki yaratmak için sürekli takla atan ağlak bir melodramın Hollywood yerine Latin Amerika’dan çıkması içime dert oldu.
* Kara Kule, dört başı mamur bir utanç vesikası, epik bir rezalet olmuş, darısı …’nın başına.
* Utoya: 22 July, 77 çocuğun öldüğü, yüzlercesinin yaralandığı bir katliamı anlatırken bile geriye çekilmeyen yönetmen egosunun ne menem bir bela olduğunu hatırlatmak dışında bir işlev taşımıyor. Bir de, tek plan film çekme ne ara bu kadar önemli bir meziyet oldu?
* Climax’i Gaspar Noe yerine başka biri çekseydi, bol bol sağa çekme ve muhafazakârlık okumaları görürdük, Gaspar Noe’nin kendisi öyle olmayabilir ama Climax birazcık… muhafazakâr.
* Hesapçılık ve aşırı planlı olma hâlinden nefret etmeme rağmen tek mekânda geçen, -nerdeyse- tek karakterli filmlerin hesapçılığına tav oluyorum, o tarz öykülere hesap kitap çok yakışıyor. Guilty de bunlardan biri ve hikayesini kurarken başvurduğu çatışmaların izini sürmek gerçekten keyifliydi.