İÇERDEKİLER

İçerdekiler (2018)

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

O Orhan Veli Kanık

Melih Cevdet Anday’ın aynı isimli tiyatro oyunundan Hüseyin Karabey’in bir uyarlaması İçerdekiler. Göz önünde olan yalnızca üç oyuncu ve tek mekan! Filmin ilk yirmi dakikasında nefes almayı unuttuğum anlar oldu. Bir tiyatro oyununun uyarlaması olduğunu bilmediğim halde kendimi tiyatro izleyicisi olarak konumlandırdım istemsizce. Bu bir başarı mı yoksa başarısızlık mı tam olarak bilemiyorum. Filme dair o kadar fazla detay var ki söylenecek, dilimin yettiğince bu noktalardan bahsedeceğim.

Öncelikle filmi çok beğenen taraftayım. Oysa filmi sevmediğini söyleyenler çoğunlukta. Bense baştan sona çok etkilenerek izledim İçerdekiler’i. Caner Cindoruk’un başarılı bir oyuncu olmasının ötesinde oyuncu olmak için doğduğunu düşünüyorum. Uzun zamandır bu kadar başarılı bir oyunculuk izlememiştim. İktidarla tam karşı görüşte olduğunu belirten bir bildiri yazma suçundan, 185 gündür tek başına içerde tutulan, hapishanenin koridorlarında dahi gözleri bağlı yürütülen bir düşünce suçlusunun iki saatini anlatıyor İçerdekiler. Film, adıyla hitap edilmeyen ‘’okumuş’’ bir suçlunun, sözü dinlenen polis amiriyle konuşması üzerine başlıyor. Konuşmaya getirilirken dahi işkence gören, gözleri bağlanan, insan olarak görülmeyen bir suçlunun gözünden polis amiriyle tanışıyoruz. Bu kısımlarda amirin uyguladığı psikolojik şiddet çeşitlilik gösteriyor. Ona inanıp inanmamak konusunda tereddütte hissediyor izleyici kendisini. Amirin kendisiyle hesaplaşması da gün yüzüne çıkınca ortam iyice geriliyor. Amir iyi mi, kötü mü yoksa insani bütün özelliklerini kaybetmiş bir kavram mı diye düşünürken karar veremiyor izleyici. Ardından diyalogların insana derin düşünceler hissettiren gücü baskın geliyor filmde. Atmosfer dakikalar geçtikçe hızla değişiyor. Adeta bir EKG çıktısı gibi dalgalı, zikzaklar halinde ilerleyen, duyguların sürekli yükselip alçaldığı bir filmle baş başa kalıyoruz. Burada yönetmenin başarısı kadar Melih Cevdet Anday’ın eserine de hayran kalmadan edemiyor insan.

İçerdekiler iki ayrı bölümden oluşuyor. Birinci bölüm suçsuz olduğuna inandığım bir adamın suçlu gibi davrandığı, ikinci bölüm ise yine suçsuz olduğuna inandığım bu adamın amirini taklit ederek gerçekten kimliksiz bir varlığa dönüşmesi! Dünyadaki en büyük hapishane hangisidir diye sorarsanız size yanıtım: ‘’İnsanın aklı’’ olacaktır. Bu dünyada insana bahşedilen en büyük lanet; düşünebiliyor olması bana göre. İçerdekiler de düşünme eyleminin filmi. Hapishanede suçlu olduğu düşünüldüğü için zorla tutulan adamla, her gün maaş karşılığında işinin başına gelen adam bir anda aynı noktada buluşuyorlar. Fakat asıl önemli olan nokta, adı bile olmayan, okumuş suçlunun zihnindeki hapishane.

İçerdekiler (2018)

Polis olarak konumlanan kişinin sorduğu sorular ve verdiği yanıtlar sayesinde bu kişinin birçok farklı kavrama karşılık gelmesini çok başarılı buldum. Bir çocuk kadar meraklı, bin hayat yaşamış kadar devlet denen olgunun gücünü biliyor. Leblebi ikram ediyor, bağırıyor, bağırarak sindiriyor, karşısındakinin hem aklına girmek istiyor hem de onun gözünden kendisini görmek. Hal böyle olunca bir babadan, bir devletten, bir çocuktan farkı kalmıyor polisin. Yüzleşiyorlar birbirleri sayesinde, aynaları oluyorlar birbirlerinin. Bu yüzden İçerdekiler; insanın nefret ettiğine dönüşmesinin hikayesi.

İkinci bölümde ise kadın kavramı devreye giriyor. Polisin isimsiz suçluya sorduğu ‘’En çok ne istersin?’’ sorusu, ‘’Kadın’’ kavramına denk geliyor. Polis de iyilik adı altında, belki de bu iyilik sayesinde suçu üstlenmesini kolaylaştıracağını düşündüğünden karısıyla odada vakit geçirmesine izin vereceğini söylüyor. Karısı hastalandığı için buluşmaya baldızı geliyor. İşte işler bu noktada akıl almaz bir hale bürünüyor.

Basit bir cinsel istek olarak tanımlanabilecek olan erkeğin kadın isteği, yerini şefkate, sevgi dolu bir kadın sesinin eksikliğine bırakıyor. Adsız adamın delirmemek için tek çaresi karısıyla yatması. Zihninin karmaşıklığı sayesinde baldızıyla da yatmak istiyor. Buradaki kadın bedenine olan açlık, özgürlüğe açlıkla birebir orantılı benim için. Karısının yüzünü hatırlarsa ve bir anlığına erkek olabilirse geçmiş hayatını hatırlayabilecek! Özgürleşecek. Baldızının yatma teklifini kabul etmeyişinin ardından gelen ‘’amirleşme’’ süreci çok daha sert bir şekilde kendisini hissettiriyor.

Dışarıdan gelen kadınla günlerdir içerde olan adamın birbirlerini anlamaya en yaklaştıkları anda kurulan şu cümle ise beni en çok etkileyen cümlelerden biri oldu. ‘‘Sen içeri girdin biraz, biraz da ben dışarı çıktım.’’

Sinematografik açıdan birkaç kamera hareketi dışında beni tatmin eden bir nokta olduğunu söyleyemeyeceğim. Metin o kadar kuvvetli ki bir film olduğunu unuttum izlerken. Bu filmi sevmiş olmamı, eseri tiyatroda izlemediğim ve uzun süre de izleyemeyecek olmama bağlıyorum. Sinemaya dair pek bir şey görmesem de senaryonun akışından ve oyunculuklardan tutuyor bu film beni.

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir