BELA

Alex van Warmerdam‘ın 2013 yapımı filmi Borgman belki de yönetmenin, üzerine en çok konuşulan ve tartışılan filmi. Ülkemizde de geçtiğimiz haziran ayında gösterime ”Bela” ismiyle giren filmle ilgili ilk söylenecek şey ”Sürükleyici” olması. Borgman‘ın senaryosunu da yazan Van Warmerdam aynı zamanda ufak bir rolle de olsa kamera önüne geçmiş.

Filmi izledikten sonra beğenebilirsiniz, nefret edebilirsiniz fakat sürükleyici olmadığını söyleyemezsiniz. Hani bir filme başlar, ilk on, on beş dakikasında sıkılır ve kapatırsınız ya, Borgman sevemeseniz bile kapatmayacağınız bir film olmuş.

Tam otuz sekiz yıl aradan sonra Cannes Film Festivali‘nde yarışmaya alınan ilk Hollanda yapımı film olmasının yanında, 2014 yılı Oscarlar’ı için de ”En iyi yabancı film” dalında aday adayı olması tüm gözleri bir anda Borgman‘ın üzerine çevirdi.

Bir kilise ayiniyle açılan film, ayini bitiren rahibin yanına silahlı iki kişiyi daha alarak ormanda bir arayışa koyulmalarıyla başlıyor. Yer altında bir sığınakta -birçok anlamda ev de denebilir- yaşayan uzun saçlı, uzun sakallı bir adam bu üç kişiyi görüyor ve yaşadığı yeri terkederek kaçıyor. Yolda kendi gibi sığınaklarda yaşayan iki arkadaşını da uyaran adam, kendini şehre atıyor ve kapı kapı gezerek hiç tanımadığı insanların banyolarını kullanmak istiyor.

Bu noktada söylemek istediğim bir şey var. Filmin ”İnsanların en mahremine, evine girme isteği.” birçok sinema eleştirmeni tarafından Haneke vari olarak tanımlandı. Hatta daha da ileri gidip filmin kötü bir Haneke kopyası olduğunu söyleyenler de oldu. Şahsen bu iki görüş de oldukça saçma zira filmin herhangi bir Haneke filmiyle uzaktan yakından alakası olmadığı gibi, Haneke anlatımının da çok ama çok uzağında.

Çaldığı her kapıdan -elbette- kovulan ve adının Anton olduğunu öğrendiğimiz bu adam son çaldığı kapıda sağlam da bir dayak yiyor. Kocaman bir bahçesi, büyük bir araba garajı olan, bu lüks eve emin adımlarla ilerleyen Anton kapıyı çalıyor ve kapıyı açan adama ; ”Banyonuzu kullanabilir miyim? ” diye sorup olumsuz yanıt aldığında, adamın arkasından ”Karınızı tanıyorum.” diye sesleniyor. Adam kapıyı ikinci kez açıyor ve işler çığırından çıkıyor. Sesleri duyup kapıya gelen eşine ”Bu adamı tanıyor musun? ” diye soran adama, eşinin yanıtı kesin oluyor; ”Tanımıyorum.” Kadının tanımadığını söylemesine rağmen Anton üsteliyor ve ”Yapma Maria, beni tanıyorsun. Hemşireydin ve uzun bir süre benimle ilgilendin, yaralarımı sardın.” diyor. ”Eşimin adı Maria değil , Marina !” diyen Richard iyice çileden çıkıyor. Karı koca şaşkın şaşkın birbirlerine bakarken konuşmaya devam eden Anton, adamdan sağlam bir dayak yiyor ve yere yığılıyor. Anton’un durumuna üzülen Marina, eşi evde olmadığı bir an Anton’u bulup eve davet ediyor ve bir banyo hazırlıyor. İşte, eve banyo yapmak için giren Anton, eve bir ”karabasan” gibi çöküyor.

Sanırım tüm film boyunca saçma bulduğum tek şey, Marina’nın, Anton’a bir anda bu kadar güvenip, evine almasıydı. Bir saat önce kocasından dayak yiyen, Marina’yı tanıdığını iddia eden bu adamı Marina nasıl oldu da evine aldı, banyosunu açtı? Bu soru oldukça -en azından benim için- havada kaldı.

Oldukça lüks ve pahalı evlerinde çocukları Isolde, Rebecca, Leo ve çocukların bakıcıları Stine ile birlikte durgun bir hayat yaşayan Marina ve Richard başlarına geleceklerinin farkında olmadan hayatlarına devam ederlerken, filmin ilerleyen dakikalarında Anton ve Marina daha da yakınlaşıyorlar. Evin içinde hayalet gibi gezmeye başlayan Anton’un adının aslında Camiel Borgman olduğunu da sonradan öğreniyoruz. Richard evde televizyon izleyip uyuklarken, Camiel, Marina ve Richard’ın çocuklarına hikayeler anlatıyor, sık sık banyolarını kullanıyor ve bahçıvan odasında kalıyor. Bu garip ilişkiye iyiden iyiye ısınan Marina, önce Camiel’den evden gitmesini istese de, evi terkeden Camiel’i yoldan çevirip eve yerleşmesini istiyor.

Camiel’in arkadaşlarını da bu şekilde tanıyoruz. Evde artık gizlenmeden, bir hayalet gibi gezmek istemeyen Camiel, eve bir işçi olarak yerleşmek istiyor ve bunun faturasını da bahçıvan ödüyor. Harika kurgulanmış bir suikasta kurban giden bahçıvanın yerine yenisini koymak için gazeteye ilan veren çiftimizin evine o kadar alakasız insanlar geliyor ki, son olarak saçını sakalını kesmiş, çeki düzen vermiş Camiel, kusursuz bir tercih oluveriyor.

İşte Camiel’in arkadaşları Ludwig ve Pascal da bu esnada eve bahçıvan yardımcıları olarak dahil oluyorlar. Aynı zamanda bahçıvanın öldürülmesinde parmağı olan anne kız Brenda ve Ilonka da olaya dahil olunca, Camiel tüm arkadaşlarını aynı çatı altında toplamış oluyor.

Zaman geçtikçe Marina, Richard’la ilgili garip ve korkutucu rüyalar görmeye başlıyor. Richard’ın kendisini dövdüğünü hatta bıçakladığını rüyalarında gören Marina’nın tüm psikolojisi alt üst oluyor. Elbette Marina’ya bu rüyaları gösteren Camiel’den başkası değil. Kocasıyla beraber uyuduğu yatakta göğsüne çırılçıplak oturan ve rüyalarını kontrol eden Camiel, çok önceleri yaptığı bir planı tıkır tıkır işliyor.

Filmin belki de en vurucu sahneleri bu rüyalara yön verme sahneleriydi. Kocasının yanında uyuyan Marina’nın göğsüne oturan Camiel’in rüyalara yön verme sahneleri genel olarak Incubus göndermesi olarak düşünülse de öyle değil. Buna birazdan değineceğim.

Filmin devamını ve oldukça etkileyici sonunu yazmak istemedim zira filmi izlemek isteyenlerin tadını kaçıracaktır. Ayrıca şunu söylemekte yarar var; filmi izlemeyi bitirdikten sonra biraz okuma yapmanız, araştırma yapmanız gerekecek zira Borgman, yüz kere izlerim yeter ki anlayayım filmi değil, ”şunu şunu biliyorsan anlarsın.” filmi. Hıristiyan mitlerini, hikayelerini bilmeden bu filmden bir şey anlamak ne yazık ki mümkün değil, ben de gerek Tümer Topal‘ın Radikal Blog‘da yazdığı enfes incelemeden, gerek kendi yaptığım okumalardan notları sizinle paylaşmak isterim. Bundan sonra yazacaklarımı filmi izlemeden önce okumanızı tavsiye ederim. Tadınız kaçmadığı gibi, filmden daha fazla keyif alacağınızdan eminim.

Öncelikle filmin adı Borgman‘ın anlamı Borg(kurtarıcı) man(adam)’dan geliyor. Filmin açılışında ters olarak okuduğumuz Borgman kelimesi yavaş yavaş dönüyor ve düz bir hale geliyor. Kurtarıcı sık sık İsa’yla ilişkilendirilir. İşte, kurtarıcı kelimesinin ters olarak gösterilmesinin ters haç olarak da adlandırılan ve Hıristiyanlık karşıtlarının kullandığı St. Peter Haçı’na gönderme olduğu kuşkusuz.

Anti-kurtarıcımız Camiel’in de ismi yedi büyük melekten birine ait. Camiel’in anlamı ”Tanrıyı gören” demek ve Adem-Havva’nın cennetten kovulmasında başrol bu meleğe ait. Melek Camiel’in elinde tuttuğu ateşten kılıcın adı Brenda. Aynı zamanda filmde Camiel’in tüm cinayetlerini işleyen kadının adı. Yine Camiel’in arkadaşlarından Ludwig, beklenmedik bir olay esnasında ilk müdahaleyi yapan adam. Ludwig’in anlamı da meşhur savaşçı. Van Warmerdam, filmdeki her ismi özenle seçmiş ve istediği göndermeler için kullanmış.

Yazının ortalarında da değindiğim gibi, çıplak bir şekilde Marina’nın göğsüne oturup rüyalarına yön verdiği için Camiel’e, birçok sinema yazarı tarafından Incubus yakıştırması yapıldı. Bildiğiniz gibi Incubus, kadınların rüyalarına giren ve onlarla cinsel ilişkiye giren bir yaratık. Birçok dinde ve inanışta farklı isimlerle yer alan Incubus’un aksine Camiel’in, Marina’yla hiç cinsel ilişkiye girmemesi, onun Incubus değil başka bir şey olduğunu açıkça gösteriyordu ve bu ”Alp” den başka bir şey değildi. Alp, Alman inancına göre uykularında kadınların üzerine oturup rüyalarını şekillendiren, kötü rüyalar görmelerine neden olan yaratıklar. Alpler, kurbanlarıyla cinsel ilişkiye girmiyor, sadece kötü rüyalar görmelerine neden oluyorlar. Bizim topraklarımızın inancı karabasanla aynı şey.

Filmde sadece melek mitine değil, ufak da olsa vampir mitine de göndermeler mevcut. Örneğin, Camiel kapısını çaldığı evlere asla davetsiz olarak giremiyor. Marina kendisini davet etmese, o eve de giremeyecek ve hayatlarını alt üst edemeyecekti.

Yumurtanın insan ruhunu temsil etmesi de kullanılan mitlerden biri. Filmin açılış sahnesinde Camiel’in sığınağını basan adamlar sığınıktaki yumurtayı kırıyorlar. Filmin son sahnesinde de Brenda’nın bir yumurta kırıp pişirdiğini görüyoruz. Elbette bu yumurta pişirme, filmin son sahnesine bir gönderme, daha doğrusu bir haberci.

Camiel’in arkadaşlarından Pascal, çocukların bakıcısı Stine’yi baştan çıkardıktan sonra, yanına uzanmak isteyen Stine’i reddediyor ve ”gerek yok” diyor. Melekler cinsiyetsiz olarak tasvir edilirler.

Filmin son sahnesinin ne söylemek istediğini ise filmin başında verilen yazıdan anlayabiliyoruz aslında ; “.and they came down to Earth to replenish their ranks.” ”Ve Dünya’ya sayılarını arttırmak için indiler.”

İşte bu ve bunun gibi birçok göndermeyle dolu olan Borgman, izlemesi zor da olsa oldukça sürükleyici ve tempoyu her an yüksek tutan, zekice kurgulanmış bir film. Daha önce de söylediğim gibi filmle ilgili bir okuma yapmak, filmden aldığınız tadı arttıracaktır.

Diğer Yazılar: Umut Utku Şerbetçi
ŞEF
Jon Favreau‘nun yazdığı, yönettiği ve başrolünü üstlendiği Chef, ülkemizde geçtiğimiz haftalarda vizyona...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir