MEZUNİYET

Graduation (Bacalaureat), 2016

Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alan Graduation, doktor bir babanın, kızını yurt dışında okutma çabasına odaklanırken bu süreçte ortaya çıkan ahlaksal sorunları tartışma zeminine taşıyor. Torpil gibi toplumların kanayan yarası olan bir kavrama parmak basan Cristian Mungiu, bu derdini taraf olmadan perdeye aktarabilen bir film ortaya çıkarmış. Bu tercihin de oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Sırf bu yönüyle bile filmin benzerlerinden ayrılması gerekiyor bana göre. İyi görünenin kusurlu olması üzerine düşündüren, seyirciye “sen olsaydın aynısını yapmaz mıydın?” sorusunu soran bir film Graduation…

Doktor babanın (Romeo) tutunduğu tek hayali, kızını (Elza), kendisinin doğup büyümek ve yaşamak zorunda kaldığı ülkesinden kurtarabilmek. Toplumda rahatsız olduğu çoğu meselede aslında kendisinin de payı olduğunu göremeyen baba karakteri, burada gücü temsil ediyor benim bakış açıma göre. Çünkü gücün, aynı zamanda tuhaf bir körlüğü de beraberinde getirdiğini düşünüyorum. Hedefe odaklanan güç teması, arkasını ve iki yanını görmeden ilerlemek zorunda olan bir yarış atına benziyor adeta. Hal böyle olunca da aslında iyi görünen ve özünde iyi olan bir adam aniden kötü sıfatların çevresini sarmaladığı bir insana dönüşüyor. Karısını aldatan bir kocaya, yasadışı işler yapan bir doktora dönüşmek hiç de zor değil bu hayatın içinde. Film de izleyicinin buna şahit olmasını, iyilik ve kötülük kavramlarını enine boyuna düşünmesini istiyor.

İYİ GÖRÜNENİN KUSURLU OLMASI ÜZERİNE

Hayatın bitmeyen bir baş ağrısı olduğunu filmin ilk sekansında izleyicisine söylemekle başlıyor filmine Cristian Mungiu. Rumen Yeni Dalga sineması örneklerinden olan filmi birçok açıdan okumak mümkün olsa da benim değineceğim kısmı, iyi görünenin aslında her zaman kusurlar barındırabiliyor olması… Film açılışını, kapısı salona açılan bir odada uyuduğu ve başı ağrıdığı anlaşılan anne karakterinin, baba ve kızı evden çıkmadan salona girmemesiyle yapıyor. Anne figürünün daha ilk sahneden baba ve kız ilişkisine uzak bir karakter olacağının sinyalini alıyoruz böylece. Aile içinde her türlü görevi yerine getirmekte olan baba, başrolde. Anne silik bir gölge gibi varlığını koruyor. Hal böyle olunca da babanın kusurları daha fazla göze çarpıyor. Babaya dışarıdan bir gözle bakıldığında iyi bir baba olduğu söylenebilir. Fakat iyi kavramını irdelerken tek bir bakış açısıyla bakmamak gerekiyor meseleye. Yaptığı onca şey ‘‘iyi’’ çatısının altında birleşse de tuhaf bir körlük de var babada. Kızına bir defa bile İngiltere’ye gerçekten gitmek istiyor mu diye sormuyor! Kendi oluşturduğu hayal dünyasında yaşıyor gibi gözüküyor. Bu yüzden hikâyeyi izlerken belli yerlerinde Murat Menteş’in şu sözünü düşünmeden edemedim: ‘‘Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Çünkü hiçbir şey görüntüden ibaret değildir.’’ Bu söz bana tamamen babanın dünyadaki yerini hatırlatıyor.

Yine filmin başına, başı ağrıyan kadının sorduğu soruya dönelim. Sıcak su hazırladığını söyleyen Romeo, “merak etme masanın altına bir bez koydum,” diyerek karşı tarafın ihtiyaçlarını bilen, görevlerini yerine getiren bir karakter imajı çiziyor. Bu özelliklerinin evliliğini sürdürmede yeterli olacağını düşünüyor. Eşini aldatması, karısını yalnızca konuşan ve sigara içen biri olarak görmesi, kızının sözlerini duymayışı ise baba karakterinin hayat içinde sürüklendiği olumsuz noktayı gösteriyor. Görünenin görünenden çok farklı olduğunu zamanla anlayacağımız bir atmosfere sokuyor izleyiciyi film.

Bir ebeveynin, çocuğu hakkında kurduğu “benim yaşadığım hayatı yaşamasın!” cümlesi, belli noktalarda çocuğu görmezden gelen bir duruma karşılık gelebiliyor. İyi niyetlerle kurulan bu cümle, aynı zamanda tehlikeli bir cümleye dönüşüyor. Romeo, Elza’nın yerinde olmak, her şeye yeniden başlamak istiyor aslında. Bunun için mesleğini dahi riske atarak adil olmayan birtakım yollara başvuruyor. Oysa Elza’nın ne istediği yeterince açık değil. Hatta bunu kendisi bile bilmiyor!

Filmde odaklanılan torpil konusunun dayanağı yalnızca Romanya değil tüm dünyanın portresi bana göre. Bedel ödemeden, karşılık beklemeden yapılan her iyilik bir süre sonra karşılığı verilmesi gereken bir başka iyiliğe evriliyor. Kötü olan dünyada tamamen kötüleşmeden “kötü” kavramını baba kız hikâyesi üzerinden anlatan filmin en gerçek mesajı; hiç kimsenin gerçekten kötü ya da gerçekten iyi olmadığını söylemesi. Gerçek hayatta da durum tamamen aynı değil mi?

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir