The Weinstein Company’nin namını sinema dünyasında hepimiz duymuşuzdur. Yapımcısı olduğu, desteklediği filmi ödül sezonunda bir yerlere getirmeyi her defasında başaran güçlü bir şirkettir. Bu yıl kasımdan bu yana adı dışında hiçbir şekilde görüş edinemediğimiz, yorum yapamadığımız “Lion”u tüm ödül sezonu boyunca bir yerlerde mutlaka gördük. Tabii 6 dalda Oscar adayı olmayı da bildi. Peki bu işin sırrı ne? İyi bir film mi, yoksa ödül sezonunda güçlü kampanyalar yapan mı kazanıyor? Bu işin sırrı Weinstein menşeli bir yapım olması olabilir mi?
Lion, yaşanmış bir hikayenin temelleri üzerine inşa edilmiş bir film öncelikle. Bunu göz ardı etmek yersiz çünkü cidden hazmı zor bir kayboluş hikayesine sahip. Saroo küçük yaşlarda kayboluyor ve daha önce bilmediği yerlerde, duymadığı dili konuşan insanların arasında yaşam mücadelesi veriyor. Bu amansız hikayesi Avustralyalı bir ailenin onu evlatlık edinmesiyle bir nebze bitiyor. Fakat büyüdüğü zaman ailesini bulmak istediğinde, çocukken yaşadığı yerin adını sanını dahi bilmediği için bu arayış daha da zorlaşıyor. Bu yıl birçok filmde yaptığım gibi filmi iki bölüme ayırabiliriz. Kayboluş ve Arayış olarak. Kayboluş bölümü gerçekten güzel işlenmiş. Hindistan’dan Doğu Pakistan’a kadar sefaleti ve çocukların durumunu görmek iç burkmuyor değil. Üstelik bunu yaparken bence ajitasyon ayarı iyi dengelenmiş. Sömürüldüğümü hissetmedim. Hele ki hintvari filmlere karşı önyargılı olan biri olmama rağmen Kayboluş bölümünü büyük bir istekle izledim. İlk bölümdeki en önemli destekse müzik kullanımı ve sinematografiden gelmiş. Ayarında ve hipnoz eden müzik kullanımı daha dokunaklı hale getirmiş. İkinci bölüm yani Arayış bölümünde ise Saroo büyür, gerçekler acıtır ve arayış başlar. Kayboluş bölümünde gereksiz detayların filmde eğreti durduğu aşikar. Rooney Mara’nın oynadığı karakterle Saroo’nun arasında geçenlere gerek var mıydı emin değilim. İhalenin Google’a kalmasının bile izleyiciyi soğutma ihtimali yok değil. Bazı ayrıntıların da içi doldurulmayınca git-geller yaşanabilir izleyenler için. Fakat bu saydığım olumsuzlukların hiçbiri gözüme batmadı benim. Kayboluş bölümünü de severek izledim. Bazen bir filmden beklenilen ajitasyonsuz akan birkaç damla yaş olabilir. Duygulandırdı, üzdü ve sevindirdi. Bu bana yetti.
İzlemeden evvel gereksiz bulsam da, aldığı tüm Oscar adaylıklarını haklı buluyorum. Oyunculara gelirsek, Nicole Kidman Oscar adaylığını sonuna kadar hakediyor. Saf, duru çok hoş bir oyunculuk ortaya koymuş. Dev Patel için ise yapılan kampanyalar başarılı sürdürülmüş olacak ki aday olmayı başardı. Kazanma ihtimali olmasa da varlığı sevindirdi diyelim, izleyin diyelim, bugün vizyonda efendim.