Düşler

Dünya sineması üstadları arasında yer alan Akira Kurosawa’nın 1990 senesinde çektiği “Dreams” yönetmenin kendi rüyalarını baza alarak oluşturduğu başyapıtlarından birisidir.”Dreams,” Kurosawa’nın sinematografisine baktığımız zaman diğer filmlerinden farklı bir tablo yaratır. Zaman, mekan ve karakter bakımından birbirinden bağımsız 8 farklı rüyayı temel alarak oluşturduğu “Dreams”, yönetmenin en kişisel filmi olarak gösterilir. Bu 8 farklı hikayeyi aynı zamanda 8 ayrı kısa film olarak da ele alabiliriz.

Yağmurla açılan ilk sahnede masum bir çocuk dikkatimizi çeker. Ağaca sırtını dayamış bu çocuğun sahnesinden “Doğa insanı korur” anlamını çıkarmak mümkündür. Muazzam bir gökkuşağı ile noktalanan bu rüya izleyicilere görsel şölen sunar. İlk iki rüyanın çocuksuluğu dışında diğer rüyalar bize insanın yozlaşmışlığını net olarak vurgular. İkinci rüyada kendisinden başka kimsenin görmediği bir kızın peşinden giden küçük bir çocuk kareye yansır. Bu noktada, doğanın çağrısını ve rüyada bahsi geçen şeftali ağaçlarını kesen insanların doğaya zulmünü farkedebiliriz. Küçük çocuk, yokolan şeftali ağaçlarını bir anlığına bile olsa insan formunda görür. Bu sahnenin izleyiciyi derinden etkilememesi imkansız olsa gerek. Üçüncü rüyada “Doğanın insandan daha ulu bir güç olduğunu,” kareye yansıyan ve zor şartlar altında dağa tırmanmaya çalışan dağcılar aracılığıyla görebiliriz. Çünkü doğanın hem pastoral hem de sublime (doğanın güçlü tarafı) yönü vardır. Bizler doğaya karşı koymamalıyız ve doğanın bir parçası olduğumuzu kabul etmeliyiz. Tıpkı Kaptan Ahab’ın Moby Dick’in peşinden intikam almak için koşması gibi.

Diğer rüyalar tamamen karamsar bir zincirde ilerler; İnsanların eylemleri, savaşlar ve savaşların insan üzerinde bıraktığı etki ya da teknolojinin insanı çıkmaza sürüklemesi gibi temalar dikkat çeker. “Tünel” adlı rüyada annesini görmek isteyen fakat öldüğünü kabullenemeyen bir asker portresi görürüz ve komutanı onu öldüğüne inandıramaz. Bu komutan, tüm askerlerinin ölümünün altında bir eziklik hisseder. Bu sahne savaşın yıkıcılığını suratımıza bir tokat gibi çarpar. “Biz insanlar gül gibi yaşamak varken savaşlar icat etti.” der Kurosawa. “Doğa ve barış gibi güzel olan her şeyi çıkarlarımız için kendimizle birlikte gömdük” diye ekler.

Su Değirmenleri Köyü

Küçük, tatlı ve huzurlu bir köyde geçen son rüya; diğer rüyalara nazaran izleyiciyi karamsarlıktan çıkarıp umutlu ve güneşli bir yola sokar. 103 yaşındaki genç adam aracılığıyla Kurosawa, bize geniş çaplı bir nasihat verir. İnsanoğlu ne elektriğe ne de lükse ihtiyaç duymalı. İcat edilen her ne varsa bizim yanlış kullanımlarımızdan dolayı doğayı ve insanoğluğunu çürütür. Çünkü doğallıktan eser yoktur! İnsan yalnızca insana ihtiyaç duymalıdır. Bizlere gün geldiğinde yardım edecek olan doğa ve insan elidir. Ne elektrik ne telefon ne de televizyon… Sinema dünyasındaki en sıradışı cenaze töreni aracılığıyla, ölen biri için ağlayıp-sızlanmanın aksine güzel uğurlanmasını gösterir. Kurosawa belki de “ben de böyle uğurlanmak istiyorum” demek istemiştir.

Van Gogh rolünde olan Martin Scorsese’yi görmenin izleyiciler için büyük bir tecrübe olduğu “Dreams,” her insanın doğaya baktığı ama o şiirselliğini göremediğini ya da yakalayamadığını vurgulamıştır. Yönetmenin doğaya güzelleme yaptığı aşikardır. Dilerim ki filmi izledikten sonra herkes sadece bakmayacak görmeye çalışacaktır, sadece dinlemeyecek duymaya çalışacaktır. Bu yozlaşmışlığın girdabından kaçmak isteyeceklerdir. Belki de Su Değirmenleri Köyü’nü yaratacaklardır ya da oraya yerleşme kararı alacaklardır. Asıl soru şu ki: öyle bir mekan artık var mıdır? Biz oraları da yok etmemiş miyizdir, diktiğimiz gökdelenler ve binalarla? Tüm bunların bir rüya olduğunu bilmek; bu kötülüklerin olmayacağı umudunu belki de verir (diyebilsem keşke) bu iyi ve yozlaşmamış insanların da sadece bir rüyadan ibaret olduğunu (söylemeseydim keşke) Bu son rüya bitiş çizgisinde, çoğu açıdan umut verse de ben bu yokoluşçuluk/varoloşçuluk sorularını sorup kendimi filmin daha doğrusu Kurosawa’nın karamsarlığına bürümek istiyorum.

Bu yazı FikriSinema ekibine yeni katılan Melike Yılmaztürk tarafından kaleme alınmıştır.

Diğer Yazılar: Melike Yılmaztürk
Güneşli Pazartesiler
İspanya’nın kuzeyinde bir liman kenti Vigo’dayız. Küçük, huzurlu, güzel insanlarla dolu, okyanusun...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir