ÇEKMECELER

Çekmeceler, Caner Alper ve Mehmet Binay’ın Zenne adlı filmden sonra birlikte çektikleri ikinci uzun metraj film. Gerçek bir hayat hikâyesine dayanan bu film, seyir zevkini sürekli artıran detaylarla örülü. Kilitler, çekmeceler ve anahtarlar olarak üç bölüme ayrılan hikâyede küçük bir kızın gözünden kadın olma yolculuğuna şahit olunuyor. Filmin yaratıcılarının, cinsel kimliğin koca bir hayatı nasıl etkilediğini anlatma çabası takdire şayan. Filmin dili, rengi ve derdi karşısında etkilenmemek bana göre imkânsız…

Filmi izlerken en çok düşündüğüm şey herkesin anne baba olmak zorunda olmadığı oldu. Bir okula kaydolmak, işe girmek ya da evlenmek için belli yeterlilikler gereken güzeller güzeli Dünya adlı gezegende, anne olabilmek için hiçbir yeteneğe ihtiyaç duyulmuyor. Bu yalnızca Türkiye için değil bütün dünya için korkunç bir durum bence. Yalnızca sağlıklı bir bedene sahip olmak yeterliyken ruhsal yeterlilik adına hiçbir belge istenmiyor. Bu durum da bedenen var olan ama hiçbir zaman aramızda olamayan anneleri yaratıyor. Kendileri, anne sıfatı eklenince yokluğa karıştıkları için dünyaya getirdikleri çocukları da birer hiç oluyor. Hiçten hiçi çıkarmak ise çok sancılı bir duruma yol açıyor.

Anne figürünün görünmez olduğu baba figürünün ise gereğinden fazla baskın olduğu bir hikâye anlatılıyor Çekmeceler filminde. Baba-kız ilişkisinde aşılmaması gereken sınırlar, konu edilen ’’aile’’ için bir normal bir duruma dönüşüyor. Tabii ki çekmecelerin kilidi açılana kadar.

KİLİTLER

Beş yaşındaki Deniz, anne sıcaklığının yerini doldurmaya çalıştığı için mastürbasyon yapan bir çocuk. Bu durum tiyatrocu olan aydın bir baba tarafından oldukça kötü bir durum olarak algılanıyor. Çok sevdiği küçük kızının bir gün “kötü yola düşeceğinden,” olmasını hiç istemediği bir sıfata sahip olacağı fikrinden korkuyor. Beş yaşındaki Deniz’e, filmin açılış sahnesinde kendi saçını kestiği gibi onun da cinsel organını keseceğini söylüyor. Deniz uyurken gizli gizli kapı deliğinden bakarak battaniyeyi bacaklarının arasına alıp almadığını kontrol ediyor. Şiddet ve şefkatin bir battaniye örer gibi örüldüğü bu filmin gerçek bir hikâyeye dayandığını düşündükçe tüylerim diken diken oluyor.

Basılmaması gereken düğmelere basma isteğinin insana özgü çok kuvvetli bir içgüdü olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple de babanın kızına, ‘’Yapma!’’ dediği her şeyde bu içgüdüyü görüyorum. Film, bir kralın kameraya bakarak gözlerini kısıp ardından şaşırdığını gösterdiği bir ifadeyle açılıyor. Bu mimiklerin hepsi birer rol! Tıpkı hayatta insanın kendisine biçtiği roller gibi. Bir kadın tarafından kralın omuzlarına vatka takılması, erkeğin gücüne güç kattığını gösteren önemli bir sahne! Türkiye’de erkek egemen toplum anlayışının, kadınlar ve insanlık üzerinde açtığı yaranın tarif edilemeyecek düzeyde olmasından dolayı çok rahatsızım. Padişahların, kralların, tanrıların hikâyelerinin gereğinden fazla abartıldığı, erkeğin büyük bir gücü temsil ettiği anlayışının hâkim olduğu gezegende daha farklı bir durum pek de beklenemez sanırım. Filmde babanın en büyük korkularından biri, kızının ‘’kötü yola‘’ düşmesidir. Bu durumun karşılığını Türkçe bir sözlükte N harfinin olduğu sayfada bulabilirsiniz: ‘’Namus!‘’ İşte bu kavram yüzünden bir sürü hayat yaşanamaz hâle geliyor. Ölüyor, öldürülüyor, mecaz anlamda değil gerçek anlamda kötü yollara düşüyoruz. Çoğu insan tarafından yanlış anlaşılan bu kavram, bir sis gibi hayatların üzerine çöküyor. Aileler yok oluyor. En kötüsü de daha farklı bir hayat bilemez oluyor insanlar. Örneğin Deniz’in annesiyle ilgili tek hayali bir meyhane açmak. Deniz’in meyhaneye koymak istediği isim de oldukça etkileyici. Adının ‘’Kral Meyhane‘’ olmasını istiyor. Annesi de kralın, erkeğin gücüne o kadar alışmış ki ‘’Kraliçe de benim nasılsa,‘’ diyerek bu duruma karşı çıkmıyor bile. Erkeğin abartılmış gücü karşısında erkekzede kadınlar yaratılması bir anda olmuyor. Kurbağanın kaynar suyun içine atılınca aniden kaçması ama yavaş yavaş suyu ısıtınca buna alışması gibi… Bu yüzden normal olan değil ama zamanla normalleşen bir şey en tehlikeli durumdur benim için…

ÇEKMECELER

Çekmeceler kelimesinin İngilizce karşılığı aynı zamanda iç çamaşırları demek. Bu da cinsel kimliği en iyi tanımlayan kavram bana göre. Zihni bir evin odaları gibi düşündüğüm zaman açılmayan çekmeceleri en az girdiğim oda olarak düşünüyorum. Hiç işimin olmadığı ama varlığından haberdar olduğum bu odaya bir gün girmek zorunda kaldığımda korkunç bir görüntüyle karşılaşıyorum. Temizlik yapılmamış, örümcek ağlarıyla dolu, çöplerin biriktiği bir oda burası. Filmde de dikkat çekilmesi gereken oda işte burası! Travmalar, acılar, bilinçaltının şekillendiği en önemli oda! İnsanı insan yapan oda benim için. Bu odaya girmesem de önünden geçerken aklımdan geçen bir cümle var: ‘’Ne yaparsam yapayım senden bir bok olmaz! Temizlesem de yerlerini silsem de hiçbir işe yaramayacaksın,’’ fikri… Filmdeki baba da kendisini bir, ‘’Hiç‘’ olarak gördüğü için kızının da bir şey olamayacağını söylüyor aslında. Filmin yaratıcılarının söylediği önemli şey, bu odalara girin, bu odalara iyi bakın oluyor!

ANAHTARLAR

Kral tarafından yıkılan hayatlarının altında kalan erkekzede kadınların tek bir çatı altında toplandığı kısımdan çok etkilendim. Tıpkı bir deprem sonrasında çadırda yaşayan insanlar gibi. Hepsinin hayatını tek bir doğal afet mahvediyor. Bu hikâyede de bir kral, bir erkek, bir baba yok ediyor hayatı! Yorgos Lanthimos’un Dogtooth adlı filminde nasıl ki köpek dişi düşmeyen biri evden ayrılamıyor, bu filmde de Deniz, babasına benzeyen ayak parmağını kırmadan onunla arasındaki ilişkiyi koparamıyor. Babasının sırrını öğrendiği anda bütün taşları yerine oturtsa da kendi hayatının enkazından kurtulamıyor. Hayatının altında kalıyor. İyileşmek için ne bir doktora ne de başka birine ihtiyacı var. Kurtuluşu yalnızca kendisinin elinde! Filmin sonunda kendisi için çok anlam taşıyan battaniyesini ait olduğu yere koyarak içini bir nebze olsun rahatlatabiliyor. Mutlu sona yakın bir bitişmiş gibi algılansa da seyirci mutlu ayrılamıyor bu hikâyeden. Kralın ayıbı, Sisifos’un sırtında taşıdığı kaya gibi Deniz’in peşini bırakmıyor. Gittikçe daha da ağırlaşacak bir yüke dönüşüyor.

Çekmeceler filmini tüm anne ve baba adaylarının izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Psikolojik katmanları kullanma biçimi, kurgusu ve seyirciye aktarmak istediği mesajlarıyla oldukça başarılı bir film. Kilitli bir çekmecenin anahtarını arayan Deniz’in hikâyesi, seyirciye sırtında taşıması gereken bir kaya armağan ediyor.

Bu yazı FikriSinema ekibine yeni katılan Özlem Çetinkaya tarafından kaleme alınmıştır.

Diğer Yazılar: Özlem Çetinkaya
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir