SUBMARINE

”Çoğu insan kendisini yeryüzünde benzeri olmayan bireyler olarak görür. Bu düşünce, onları her şey yolundaymış gibi yataklarından kalkmaları, yemek yemeleri ve boş boş gezinmeleri için motive eder. Adım Oliver Tate.”

Richard Ayoade‘nin 2010 yapımı filmi Submarine‘de, Galler’in puslu ve tekinsiz havasında kahramanımız Oliver Tate ile zorlu bir mücadeleye çıkıyoruz. Oliver, on beş yaşın getirdiği tüm zorluklarla uğraşırken, bir yandan da anne ve babasının çatırdayan evliliklerini kurtarmaya çalışmaktadır. Bazı insanlar vardır, değişim olmadan yaşayamazlar. Saçlarını, evlerini, arkadaşlarını, işlerini değiştirmeden duramazlar. Evlerinin dekorasyonunu bile sık sık değiştiren bu tip insanlar olduğu gibi, benim gibi değişimi sevmeyen hatta değişimden korkan insanlar da vardır. Oliver, benim gibi değişimden korkan, değişmekten nefret eden bir çocuk. Fakat gel gör ki, on beş yaş tüm zalimliğiyle Oliver’in üstüne gelmektedir. ”Ailemi geri istiyorum. Hiçbir şeyin değişmesini istemiyorum.”

Oliver, okulda pek de popüler olmayan, silik bir öğrencidir. Her çocuk gibi popüler, göz önünde olmayı istese de, bu isteğini sadece fantazilerinde gerçekleştirebilir. Kendi ölümünü ve ölümünden sonra arkadaşlarının ve ailesinin girdiği matemi hayal etmesi bu anlamda eğlenceli bir sahneydi. Aşkta da şansı pek yaver gitmeyen Oliver’ın karşısına, kendisi gibi pek popüler olmayan ama Oliver’in hayatını değiştirecek esas kızımız Jordana Bevan çıkar.

”Jordana Bevan’ın tek gerçek kusuru, kümeler halindeki egzaması. Bunun yanı sıra pek çok niteliği var. Kendinden hiç bahsetmez. Nasıl biri olduğu belli değil. Pek de popüler olmaması, aramızdaki aşkı daha da olası kılıyor. Son olarak, artık boşta.”

İşte Oliver Tate’in cümleleriyle Jordana Bevan. Dış görünüşüne bakıp sessiz ve durgun bir kız olduğunu düşünebileceğiniz Jordana, içindeki şeytanları, meleklerinden fazla olan bir hanım kızımız. Sevgilisi tarafından aldatılmanın acısını çıkarmak için Oliver’i kullanmayı ilk görüşte mi planladı bilinmez fakat Oliver’i yavaş yavaş kurup, istediği yola yönlendirdiği tartışılmaz.

Oliver, Jordana ve sınıftan bir kaç arkadaşı, sınıfın ”Loser” kızı Zoe’nun çantasını çalıp, Zoe’yu peşlerinden ormana kadar sürüklediklerinden Oliver’ın içindeki şeytanı daha net görüyoruz. Elbette Jordana’nın beslediği bu şeytanın ”Ol” demesiyle, Oliver, Zoe’yu bir su birikintisine düşürüyor ve diğer herkes olay yerinden kaçıp giderken, Oliver orada kalıveriyor. Zoe’ya ne kadar dil dökerse döksün, ne kadar özür dilerse dilesin Zoe’nun yanıtı net oluyor ; ”Git ve geber ! ”

Git gide değişeceğini düşündüğümüz Oliver’ın değişim korkusu da burada karşımıza çıkıyor ve Zoe’ya ”Kurban döngüsü nasıl kırılır?” başlıklı bir kitapçık yazıyor. Zoe için üzülüyor fakat bunu Jordana’ya belli etmek istemiyor. Okuldan kaydını aldırıp başka bir okula naklini yaptıran Zoe’ya bir türlü ulaşamayan Oliver, sonunda Zoe’nun evine gidip mektubu bahçıvan kadına veriyor. Bahçıvana bir aşk mektubu olduğunu söylese de, bahçıvan buna pek inanmıyor;

-Büyük bir aşk mektubuymuş.

-Büyük bir kalbim var.

Bir yandan Zoe’ya ulaşmaya çalışırken bir yandan Jordana’yla bir araya gelmeye çalışıyor. Sonunda Jordana, Oliver’la buluşmak istiyor ve eski tren yoluna çağırıyor. ”Bir poloroid ve günlük getir.” İstenenleri yapan Oliver, eski tren yoluna gidiyor ve Jordana’yı ilk kez – zorla da olsa- orada öpüyor. Öpüşürlerken fotoğraflarını çeken Jordana, fotoğrafları tüm okula dağıtıyor ve eski sevgilisi ile Oliver’ı karşı karşıya getiriyor. Jordana’nın eski sevgilisinden bir güzel dayak yiyen Oliver, bu son sınavı da geçip Jordana’nın yeni erkek arkadaşı olmaya hak kazanıyor.

Tüm bu karmaşanın içinde bir de evdeki huzursuzlukla -huzurun getirdiği garip bir huzursuzluk.- uğraşan Oliver, anne ve babasının çatırdayan evliliklerini kurtarmaya çalışıyor. Aktrislik hayalleri kuran fakat dilinin ağzına büyük geldiği gerekçesiyle reddedilen ve bir ofiste çalışan annesi ile bilim adamı olma hayalleri kurarken kendisini bir lisede ders verirken bulan babasının ortasında delirmemek için elinden geleni yapan Oliver, ebeveynlerinin sevişip sevişmediklerini kontrol etmek için odalarının ışığının loşluk ayarını kaydeder, anne babasına birbirlerinin ağzından mektuplar yazar ve çaresizliği karşısında sadece susar. İşler bu kadar karmaşık haldeyken, evlerinin karşısına yeni biri taşınır ki bu kişi, Oliver’ın annesinin ilk sevgilisi Graham’den başkası değildir.

Medyum-şovmen Graham, Oliver’ın babasının tam tersi bir adamdır. Annesinin ilgi dolu bakışlarının farkında olan Oliver, çaresizce babasını bu duruma el koyması için kışkırtır fakat karşılığında ”Seni ilgilendirmez” yanıtını alır. İşte bu noktada Oliver’in yeni kız arkadaşı Jordana’dan haberdar olan ebeveynlerin Oliver’a bakışları değişir ve Oliver bu kez de saçma sapan sorularla uğraşmak zorunda kalır. Annesinin paranoyakça, korunmadan seks yapma uyarılarının yanında babasının Oliver için doldurduğu aşk parçalarından oluşan kaset -ki kasedin son parçaları ayrılık şarkılarından oluşur. Babası da çok iyi bilmektedir ki her güzel şey bir gün biter.- Oliver’ın kafasını iyice karıştırır.

Her ne kadar filmde rol almasa da, Arctic Monkeys solisti Alex Turner’dan da uzun uzun bahsetmek gerekiyor sanırım. Film için yaptığı müzikler olmasa, bu film asla bu kadar güzel bir film olmazmış. Başrol oyuncusu Craig Roberts’in kendisine benzerliği düşünülerek yapılmış bir seçim miydi bilinmez fakat filmin her anında Craig’e bakıp Alex Turner’ı görmemek imkansız. Galler’in o yağmurlu havasının yanında Turner’ın sesiyle unutulmaz bir atmosfer yakalamış film. Yönetmen ve oyuncuların yanında, Turner da kocaman bir ”Aferin” i hakediyor.

Annesi ve Graham’ın yakınlaşmalarını çaresizce izleyen Oliver’ın, Jordana’yla da arası bozulunca kendisini yatağına atıp, bir denizaltı gibi suyun dibine göçüyor. Filmin adı da Oliver Tate’in şu sözlerinden geliyor sanırım ; ”Ses ötesi. İnsanların asla algılayamayacağı frekansta seslerdir. Denizaltılarda kullanılır. Bazı hayvanlar ses ötesini duyabilirler. Malesef insanlar bunu beceremez. Hiç kimse, gerçekten birinin ne düşündüğünü ya da ne hissettiğini bilemez.”

İşte film de Oliver’ın bu mottosuyla ilerliyor. Oliver, ne Jordana’yı, ne de ailesini anlayabiliyor. Yaşadığı kasabada her sene yapılan festivale istemeyerek de olsa gittiğinde her şeyle yüzleşmek zorunda kalan Oliver, hayatını etkileyecek çok önemli kararlar veriyor.

Bundan yıllar sonra film aklıma geldiğinde, belki de sadece şu diyaloğu hatırlayacağım ;

Oliver : Bana, okyanusun derinliğini sor.

Jordana : Neden ?

Oliver : Çünkü yanıtını biliyorum.

Submarine, kendi küçük, kalbi kocaman bir çocuk olan Oliver’ın, değişime ve etrafındakilere karşı verdiği bir mücadeleyi anlatıyor. Yönetmen Richard Ayoade’nin, ortaya harika bir iş çıkarttığını söyleyebilirim. Eğer siz de Britanya’nın puslu havasını seviyor, Alex Turner’ın müziğine ilgi duyuyorsanız asla kaçırmamanız gereken bir film Submarine.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir