Gizli Güzellik

Bizler İnandık, Siz de İnanın: Collateral Beauty

Her Noel dönemi; benzer ana fikirlere sahip, zamana karşı direnci olmayan, geniş kadrolu ve hafif “atanamamış It’s a Wonderful Life’lar” sinemalara hücum eder. Bu filmlerin her birinin başladığı yer farklı olsa da vardıkları veya varmayı amaçladıkları yer benzeşiktir; aile olmanın, her şeye rağmen ayakta kalmanın ve yaşamdaki güzellikleri fark etmenin önemini izleyiciye aktarmak, salondan umut dolu çıkmalarını sağlamak temel gayeleridir. Formüllerle ilerleyen, kalitesizlikte birbiriyle yarışan bu filmler içerisinden elle tutulur, takdire şayan bir esere rastlamak ise küçük çaplı bir Noel mucizesi gibidir. Kötülükse kötülük, formülse formül, oyuncuysa oyuncu mottosuyla yola çıkan Collateral Beauty de emsallerinden çok farklı olmamasına rağmen üzerine konuşmaya (düşünmeye değil), kalem oynatmaya değer bir iş olarak dikkat çekiyor.

Collateral Beauty’i konuşmaya değer kılan unsur, yaptığı işe kendi kendini inandırabilmesi. Yönetmenden senariste, kurgucudan oyunculara dek (Hollywood’un gördüğü en kötü oyunculardan biri olan Keira Knightley hariç tabi ki) filmin parçası olan herkes işi sahiplenmiş ve insanlara doğru mesajlar ulaştırmayı, hayata karşı pozitif olma fikrini aşılamayı kendisine amaç edinmiş. Filmden ziyade sosyal sorumluluk projesinde gibiler ve bu durum emsallerindeki “paramıza bakalım biz” ve “nasılsa çıtır çerez niyetine izliyorlar” havasının oluşmasını da engelliyor. Buraya kadar her şey güzel fakat bu inanmışlık film ilerledikçe Collateral Beauty’i rehin almaya başlıyor. Bir süre sonra işi o kadar ciddiye almaya başlıyorlar ki Collateral Beauty’nin ne kadar çabalanırsa çabalansın esasında bir Noel eğlencesi olmaktan öteye gidemeyeceği ve asla bir It’s a Wonderful Life olamayacağı gerçeğinden uzaklaşmalarına neden oluyor. Sonunda iş, “bizler inandık, siz de inanın” noktasına, seyirciyi zorla ikna etmeye kadar geliyor. Will Smith’in poz kesmeleri, bitmek bilmeyen ve en başından belli twistler, havada uçuşan beylik laflar hikaye anlatma aracı olmaktan çıkıp seyirciyi kuşatmaya yarayan silahlara dönüşüyor. En iyi özellik, filmin en kötü yanı olmaya başlayınca işler raydan çıkıyor ve izleyiciye sadece iki seçenek kalıyor: Salondan hızla uzaklaşmak veya kalıp filmin her yönüyle olabildiğince dalga geçmek. Ben ikincisini seçtim ama ilkini seçmeyerek neler kaçırdığımı hala merak ediyorum.

Collateral Beauty, tek kalemde silinip atılacak, çöp muamelesinde bulunulacak bir eser değil lâkin ciddiye alınacak bir tarafı da yok. Azmine alkış tutmak da beni ciddiye alın diye yırtınmasıyla eğlenmek de mümkün. Helen Mirren’ın meslek aşkına bakıp şapka çıkartabilir veya Keira Knightley’in bu yeteneksizlikle hala Hollywood içerisinde kendine yer bulmasına şaşırabilirsiniz. Hatta bunların hepsini aynı anda yapmak en ideali galiba. Yeter ki hazırlıklı olun.

Diğer Yazılar: Tanju Baran
Bir Hikaye, İki Film, Tek Gerçek
Gabriel Garcia Marquez, “İlk öyküler kitabı Bestiario’yu okumuş, daha ikinci sayfasında, büyüyüp...
Devamını Okuyun
Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir