5’den 7’ye

Aşkın kapımızı ne zaman çalıp bizi içine çekeceğini kestiremiyoruz. Plansız, kararsız ve karmaşık bir şekilde birdenbire olabiliyor. Bazen deniz kenarındaki bankta bir rüyadan konuşup uzaklara dalarken bazen Brian’ın söylemiyle sigara tiryakilerinin sürgününde oldukları bir zaman diliminde, Fransız restoranının önünde…

24 yaşında Yahudi bir ailenin çocuğu olan Brian (Antuan Yelchin), New York’da yalnız yaşamaktadır. Hayatını inatla yayınlamaya çalıştığı hikâyelerine adamış olan genç yazarın içinde sakladığı hikâyesi Central Park’ın banklarındaki hikâyeler gibi sessizce nefes alıp vermeye devam etmektedir.

Brian hayatın olağan karmaşasının akmaya devam ettiği sıradan bir günde, restoranın önünde sigara içen Arielle (Bérénice Marlohe) ile tanışır. Bir diplomatla evli olan Arielle 33 yaşında, iki çocuk sahibi, alımlı, güzel ve çekici bir kadındır. Birbirlerinden oldukça etkilenen ikili tekrar aynı yerde buluşmak için sözleşirler ve bu buluşmalar Fransız kültüründe evlilik dışı ilişkilerin yaşandığı saatler olarak çağrışım yapan “Cinq à sept” (5 den 7’ye) vakit dilimlerinde tekrarlanır. Her buluşmada birbirlerini tanımaya çalışan Arielle ve Brian arasında oluşan bağ daha güçlü bir hal alır. Arielle’in diplomat olan eşi Valery (Lambert Wilson) benzer bir ilişkiyi metresi Jane (Olivia Thirlby) ile yaşamaktadır. Tarafların her şeyden haberdar olup kabullendiği bu durumda Brian, bu ailenin bir parçası olarak kendi kültürünün ve alışılmış kuralların dışında bu ilişkinin kurallarına göre hareket etmesi gerektiğini öğrenir. İçtiği sigaranın havaya karışan dumanı gibi gözden kaybolan sıcak duygular mı? Yoksa içine çektiği her nefeste vücudunda ve ruhunda sonsuza kadar var olacak bir mutluluk mu?

Aldatmak, aldatılmak ve aşk üçgeninde gezinen 5 to 7 filminin bu kavramlardan herhangi birini somutlaştırmaya çalıştığı bir durumdan söz etmek mümkün değil. Bu üçgenin her bir köşesinin oldukça sivri kavramlardan oluştuğu düşünülünce film üzerinde oluşan beklenti, bunlardan birinin üzerinde yoğunlaşması gibi görünüyor olsa da 5 to 7 bunu yapmak yerine üçgenin ağırlık merkezinde yer alan insanı ele alıyor. Bir şeyleri ispat etmek çabasından uzak, var olan gerçekliğe bir pencere açıyor.

Karşımızda tarafların kabul ettiği Poliamori bir ilişkiden söz etmek mümkün. Brian hiçbir şeyden haberi olmadan başladığı bu ilişkide var olan durumu öğrendiğinde güçlü hisleri ve tutkusu; inançları ve kültüründen daha baskın olduğu için bu kuralların, kabullenmenin bir parçası oluyor. Arielle basit bir kadın görünüşünden oldukça uzak cesur ve zarif bir kadın. Kendi kafasında yarattığı hayali bir ruhu başka bedenlere yerleştirip aşık olduğunu düşünen bir kadın modeli değil. Bir ilişkide katlanılmaz şeyleri bulmak istediğinde zamanın bunu gösterebilecek en büyük yardımcı ve hatta unutmanın en büyük ilacı olduğunu bilecek kadar da dürüst ve cesur birisi.

Tolstoy’un Anna Karenina’sında bahsettiği gibi “Mutlu aileler hep birbirine benzer ama mutsuz ailelerin hepsinin farklı mutsuzluğu vardır…” Yönetmen Victor Levin 5 to 7 filminde bu mutsuzluğu ya da mutluluğu derin bir analize tabi tutmadan var olan durumu bizlere sunuyor. Bu özelliği ile film bildiğimiz romantizm ve aldatma temalı filmlerden kendini ayrıştırıyor. Bunda yönetmen Levin’in 1987 yılında kız arkadaşıyla Fransa’ya yapmış olduğu yolculuğun büyük payı var. Paris’te kız arkadaşının kendilerinden yaşça büyük arkadaşları ile tanışmış ve bu tarz 5 den 7’ye süren bir ilişkiye şahitlik etmiştir. Böyle bir durumun içinde olmasını kendi kurallarına göre sorgularken kız arkadaşı ona kurallara uyup sessiz kalmasını ve belki öğrenebileceği bir şeyler olduğunu tavsiye eder. Filmin çıkış noktasında her ne kadar bu fikir olsa da tamamen farklı bir hikâye ile izlemeye değer bir film ortaya koyan Levin, Brian‘ın da bahsettiği gibi bizleri içimizde saklı kalan en güzel hikâyelere götürüyor.

 “En güzel hikaye tek bir okur için yazılmış olandır.”

Diğer Yazılar: Emre Yılmaz
Join the Conversation